Tarihin Çarmıhında Kadın Yaşam ve Biz!
Anaerkil bir toplum anlayışıyla var olan tarihin, zamanla insan eliyle, ataerkil sınıflı bir yapıya dönüşmesine merhaba dedik!
Peki neden böyle bir ihtiyaç duyuldu? Burada yatan
gereklilik kadını ekarte eden sistemin ilk ayak izleri miydi?
İnsanlık, üreten ve ürettiğini o dönem ki toplumsal yapı ile paylaşan bir noktadaydı. Kadın, o süreçte yaşamı yönetebilen ve geçimi
sağlayıcı rolü ile emeğini yaşam ile bütünleştiren güçte idi. Acı olan şu ki:
ilkel toplumları her defasında eleştiren modernist görüşler, kapitalizmin
boğucu atmosferinde çılgın tüketim yelpazesiyle, insanlığı boyunduruğu altına
almış, ‘erk’ baskısını kadın karşısında güçlü bir silah olarak kullanmış ve
bizlere bu pervazsızlığı şirin
göstermiştir. İlkel dönemin insanlık için önemli sayılan unsurları, 21.yy
dünyasında kirli bir dezenformasyon ile tarihi dokunun parçalanmasına, sömürge
üzerine inşa edilmeye çalışılan, fiili bir zulme dönüşmesine yol açmıştır.
Bahsettiğimiz ilk yaşam izleri ve bunun zamanla üretim ile
şekillenip insanlığın tarihini yazması, gelişen insan tipi ve zamanla icat
edilen araç ve teknik bilgiler, modern diye tanıtılan, ‘büyük birader’ lerin
doğmasıyla emeğin sömürülmesine, artı-değerin bir kâr unsuru olarak görülüp,
sonucunda kapitalizmin doğmasına giden yolun önünü açmıştır. Nasıl ki kadının
öncülüğü üretimin varlığında önemli bir başlangıcı sağladıysa, erkeğin sahneye
çıkıp iktidarlaşması da birçok açmazın merkezileşmesine yol açmıştır. Sahaya
inen güç, beraberinde dayanışma ruhunu baltalamış, yeni oluşacak ülkelerin
kaderini belirlemiş ve sınıflı toplum yapısını, köleci bir anlayışla hizaya
getirmeye çalışmıştır. Savaşlar bu dönemin harmanlanan çılgın haliyle,
işgallere, yok etmeye ve istilaya yol açmıştır. İşte büyük dünyanın küçülmesi,
bu acı olayların günümüze kadar ulaşmasına ve kirlenmesine sebep olmuştur.
Toplumda meşru gösterilmeye çalışılan şiddet kültürü de bu minvalde bizler için tehdit olmaya devam etmektedir. Özellikle kadın üzerinde yaşatılmaya çalışılan cinayet, tecavüz ve travmalar, kapitalizmin ‘yüce megaloman’ kimliğiyle iliklerimize kadar etkisini göstermektedir. Sistemler, iktidarlar ve ideolojiler bu zemini yaratmak için kullanılmış ve süslü demokrasi oyunlarıyla halkın gözünün içine bakarak akrobasi salvolarıyla, beyinlerimizi uyuşturabilmişlerdir. Kadının rolü ve gelişmişliği, erkek karşısında pasivize edilmiştir. Fiziki ve psikolojik saldırılara maruz bırakılan kadın, sokakta ve yaşamın her alanında yalnızlığa itilmeye çalışılmış; nefesi kesilmiş bir noktaya getirilmiştir. Kendine özgü kadınsı duruşu tahrik sebebi görülen, bilinçdışı yöntemlerle canavarlaşan bireylerin, sistemleşmiş haliyle edilgen bir yaşamsal alana sığdırılmak istenmiştir. Kadınların bu zulme karşı verdiği cevap ve mücadele ruhu muktedirlerin gözünde her daim korkunun habercisi olmuştur.
Ve sonucunda 'eşitlik ilkesi' insanlığın kara bir lekesi
olarak hafızalarda yer edinmiştir… E. M.
Cioran’ın dediği üzere “çünkü zihin yaşamdaki bir boşluğun
meyvesidir; insan da yalnızca köklerine ihanet etmiş bir hayvandır." *
Bunun yanında şiddet kültürüne kılıf uydurmak ve ikincil bir
sınıf (kadının yeri) yaratmanın koşulunu mistik ve dini motiflerle halkın,
özelde kadının yaşamsal alanlarına kadar indirgemişlerdir. Muhafazakar anlayış,
kader söylemleriyle, iktidarını güçlü tutmanın yollarını aramış ve sürekli olarak
toplumu hizaya getirmenin uğraşı içine girmişlerdir. Ekonomik sıkıntıları dahi,
ilahi bir gücün yansıttığını ve sınandığımızı, sabır ile atlatılabileceğini,
fıtratında zengin bir hayat sürememiş halka, yoksulluğu kader olarak sunabilmenin
riyakarlığını kolay bir şekilde söyleyebilmişlerdir...
İnsanlığın tarihsel evrimin doğallığında gelişmesine karşın, bu yüzyılda toplum nezdinde kadın üzerinde baskı oluşturarak; kaç çocuk yapması gerektiğini, nasıl giyinmesi gerektiğini ve hangi yaşamın ona reva görüldüğünü bir meziyet olarak sunan, çürümüş bir sistemin acizliğini gözler önüne sermekteydiler. İnsanların düşünebilmesini, düşündüğünü eylemsel olarak göstermesini bir başkaldırı olarak gören iktidarların, toplum üzerine boyunduruk kurmaları asıl üzerinde durulması gerekendir. Burada eleştiriye maruz kalması gereken diğer bir nokta da insanın neye inanıp inanmadığı değil, bilhassa inandığı değerlerin yaşam içindeki olgunluk seviyesidir.
Eğer ki senin inandığın değerler, inançlar, karşı tarafın hayatını ipotek altına alıyorsa; eğer ki senin uğruna ölürüm dediğin ideolojik sapmalar bir halkın yok oluşuna zemin hazırlıyorsa; parçalanması gereken tek şey betonlaşmış beyinler ve değişmesi kaçınılmaz olan dogmalardır. Öncelikle sen, tarihsel serüvenin içinde, dinamik bir evrimsel bakışın, milyarlarca yıllık izlerinin ışığında yol alan, iradenin hakikati ile biçimlenmelisin.
“hakikat, ancak fikirler ve inançlar arasındaki özgür rekabetten ortaya
çıktığına göre, kendi kendine doğrulmaya bırakılmalıdır.” (Andrew
Heywood**)
Fırat
Zeydan
Emeğine sağlık yoldaşım. Kalemin dert görmesin...
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum sizlere ulaşmak ve satırlarıma eşlik etmeniz güzel bir mutluluktur.
YanıtlaSil👏🏼👏🏼
YanıtlaSilÇok hassas noktaları, gerçeklik ve denge çizgisinde yansıtan bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık. Birkaç kez daha dönüp okumak isteyeceğim bir metin. Paylaşımınız için teşekkür ederim 📚🎀
YanıtlaSil